Arama

Custom Search

26 Aralık 2010 Pazar

tanrı adaletlimi? (9)

409 gönderiden 241 - 270 arası gösteriliyor.

  • Sayın Ronai Çınar; bence siz konuştuğunuz konuyu tam olarak anlayamamışsınız. Taliban kuran ı okuyor ve uyguluyor durum ortada, Ahmedi Nejad kuran ı okuyor ve uyguluyor durum ortada, Kaddafi kuran ı okuyor ve uyguluyor durum ortada… Daha birçok lider ve din adamı kuran ı okuyup uyguluyor ve İslam ülkelerinin hali ortada. Demek ki genelde bir sorun varsa ve şahıslar farklı ama kitap aynıysa yanlışlık kitaptadır.

    Şimdi sizin anlayamadığınız konuya gelelim burada ve Haik arkadaşımızın yazısında yanlış olan insanlar değil Kuran.
    Anlaşılan kötü örnek verilmez demeniz benim bir önceki yazımda belirttiğim üzere cehaletinizden değil, konuya dar bir açıdan bakmanızdan dolayıymış. Bir önceki yazımdan dolayı kusura bakmayın açıkçası ben bunu düşünmemiştim
    yaklaşık 4 ay önce · Şikayet Et
  • Merhaba Endless; bu sizin verdiginiz ornege benzer baska orneklerde var. Hristiyanlardaki tarikatlar aklima geldi; saplanti olarak ayni muslumanlarin saplantisi; bu tarikatlara gore diger tarikatlar tam hristiyan degil ve herkez kendini en iyi hristyan sanir. Bir amerkiali vatandasin dedigi gibi; her musluman terorist degil ama teroristlerin hepsi Kurani okuyor; meselede orda zaten; dine fazla dalan ya terorist oluyor yada hosgorusuz ve sabah aksam ahlak veren insanlar oluyor. Bu arada, sanatmis, ozgurlukmus, bilimmis, esitlikmis, demokrasi imis, vs vs hersey yok oliyor ve hayat kapkara ve asik yuzlu mutsuz insanlarla doluyor; Iste Afganistan iste Somali; cehennmi muslumanlar yeryuzune getirmeyi basardi; Ama bunu yaparken Voltairi okumadilar, surekli Kuran okudular; Haaa onlar Kurani anlamadi deyip cikarlar isin icinden; Anlayip anlamamasi onemli degilki; Voltairi, Sokrati, Homerosu, Nazimi okuyan anlasada anlamasada iyi insan olur ve terorist olmaz; Mesele bir kitabin yanlis anlasilmaya imkan vermemesi; Iste bu kitaplar nedense hic yanlis anlasilmaz ama din kitaplari hep yanlis anlasilir ve fanatik asik yuzlu, hersey yasklayan mutsuz ve sonuk ruhlu,giyimin ve kendine dikkat etmeyen, ve bazende potansiyel katiller uretir .
    yaklaşık 4 ay önce · Şikayet Et
  • şimdi siz tam bi hz ömerin hayatını okuyun dünya da en iyi adalet sahibi olandır neden çünkü o kuran la hükmetti kuarnı okuyupta onu tastik etmeyen suçlu yani kuran suçlu değil onu okuyupta hayatına geçirmedikten sonra geri boştur şimdi sizin gibi inanıpta yanlış işler yapan yok mu ya da o hristiyanları örnek veriyorsunuz görüyoruz ettikleri zulmleri sırf işleri güçleri müslümanla uğraşmak ama hz mehdinin gelişi yakındır
    yaklaşık 4 ay önce · Şikayet Et
  • Omer bey o zamanin Hitleri imis desnize; Siz soyluyorsunuz Tek Kitap politikacisi; Kurani tastik etmeyenin yasama hakki yokmus. Islam fasizminin en guzel orneklerinden biri de bu halifeler devridir. Tek dusunce ve tek kitap ve tek hukumdar. Ama dunya degisti ve insalar artik binlerce ozgurlukcu ve bilimsel kitap okuyarak ve laik devrimler yaparak bu " baska bir zamana ait ilkel rejimleri" mahkum etmeye basladilr; Taliban ve El Kaidecilerde cok sever Halifeleri; Birine bakan digerini anlar zaten ( Ha sahi biz konuyu kapatmamis mi idik ? ) Ben sadece Endlesse cevap vermistim ama yine actiniz.
    yaklaşık 4 ay önce · Şikayet Et
  • cevap yazmaya değer yazı görmüyorum
    yaklaşık 4 ay önce · Şikayet Et
  • Déiste; (Turkceye DEISM olarak tercume edilebilir)
    Voltairi bircok kisi atesite sanir; halbuki ; Hayatinin sonuna kadar her turlu dinden hayalet gormus gibi kacmis ve herzman sonsuz bir dusunce ozgurlugu savunmustur; Hicbir théolojik tabunun dusunceye zincir vuramiyacagini ve dusuncenin ve zihnin ozgurlugunun tam olmasini istemistir " Lumière" ( yani Isik ve Aydinlama ) caginin onculeri icinde olmustur.Hayatinin son nefesinde israrlara ragmen din adamlarini kovmus ve Yuce Tanriya ve sadece ve sadece O'nun adaletine guvenmistir.
    Kendisi ATEIST degildir ve sanilanin tam tersine BUYUK BIR GUCE HAYRANDIR. ancak bu gucun ne oldugunu , niteliklerini ve ozelliklerini anlamanin cok zor oldugunu soylemis, bilmin ve zekanin ve ozellikle sezginin O'na yaklasabilse bile bu SIR ' ini cozemeyecegini ve Insanin mutevazi bir sekilde ancak yalan yanlis anladigi kadari ile O 'na hayran kalmasini ogutlemsitir.Latin dillerinde bu duruma (ve ozellikle Fransizca'da) DEIST denir.Ancak Volatairin asil ozelligi sinirsiz ve herseyi sorgulayan , hicbir onyargiyi kabul etmeyen sinirsiz dusunce ozgurlugudur.
    2005 senelerinde sonra gelisecek olan son derece sinirli ve az sayidaki kisiler tarafinda bilinen, bilimsel-sezgisel-deneysel bir akim olan ( ModernTanriyi arama yontemi) Esquichantisme onculuk etmistir denebilir ( Turkcesi Eskisantizm).
    yaklaşık 4 ay önce · Şikayet Et
  • DEĞİL
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • ayette geçiyor diyor hadi sizde bir ayet oluşturun ama kimse oluşturamaz çünkü onu bir insan yazmış olamaz ayette firavunun cesedinin çürümediğinden bahsediliyor bu bin 400 yıl önce haber veriliyor bunu insan yazmışsa nerden bilecek hadi buna cevap versene devrin müşrik ve felsefe adamları kur'an-ı kerim'e benzer kitaplar yazmaya çalışmış, ardından kendi yazdıklarına gülüp bir kenara atmışlardır. kur'an'ın en büyük özelliklerinden biri, bir insanın yazamaz oluşudur.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Kuran'da veya Incilde yazilan cumlelerin hepsi son derece basittir; Kendinizi kandirmayin.
    Levit kurallarinin 2000 sene sonraki birer kopyalaridir; Edebi degeri cok zayif veya hic yoktur. Incil'in dort kitabi gibi yazilis sekli basittir, cumleler okuma yazmasi az olan kisilere hitap eder ve caginin buyuk eserlerne hicbir referans(ta yoktur; ancak en azindan Incil'deki bu kotu orneklere ragmen , edebi degeri cok yuksak olan " Korintlillere mektuplar" ve veya " Galatyalilara mektuplar" gibi Pavlos beyin yazmis oldugu yaziiar vardir; Kuranda ise buna benzer icerikli birsey dahi bulmak mumkun degildir. Herhade yazanlarin ne yunancayi nede o doenemin felsefe bilgilerini ya hic bilmemmelerinden yada kulaktan duymamalrindan olsa gerek.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Iyi Fasit vardirn iyi Leninist vardir, iyi muslumanda vardir; ama biz burda istisna kisilerden bahsetmiyoruz, cunku bu kisiler ideolojiyi kendine gore uygulayan tam fasist , tam, Leninist, tam musluman olmayanlardir. Yoksa bu ideolojileri uygulayipta sapikliga ve cahalete saplanamayan tek bir fasit, Leninist veya musluman yoktur.
    Istisnalar kaideyi bozmaz.Kaidede islamin bir koy-cadir dusuncesi oldugu ve bilimle , sanatla, edebiyatla ve muzikle uzak yakin ilgisi olmadigidir. Islam ulkelerine ve tek tip sakallilara ve bilgi dagarciklarina bakarsaniz, iclerinin bos oldugunu gorebilirsiniz.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Bazilarimiz "Tanri nasil ve kim tarafindan mahkum edilebilir ? " diyecek.

    Biz insanlara gore mahkumiyet belli bir duruma zorlanmaktir ve o durumu veya sartlari ne redetme, nede degistirme gucune veya imkânina sahip olmamaktir; acliga, yoksulluga, hapise, olume v.s mahkum olmak gibi.

    Bugune kadar etimoloji (kelime kokleri bilgisi) mahkumiyet dedigi andan itibaren bir cesit gucsuzluk ifade etmistir. Hal boyle olunca, Tanriyi sanki gucsuz bir seymis gibi sifatlandiran mahkumiyet kelimesi, ister istemez bizde bir red etme refleksi dogurmaktadir. Aslinda bu refleks yanlis bir refleks degildir, cunku yukarda soylemek istedigim kelimenin etimolojisinden kaynaklanan bir sorundur. kelimenin sadece gucsuzluk veya imkansizlik anlaminda olmasindan kaynaklanmaktadir; Bu durum _yani kelimenin etimolojisinin gucsuzluge ve sadece gucsuzluge atifta bulunmasi _, zihinlerimizde Tanrisal mahkumiyetin, tam tersine, bir guc ve mukkemmellik iliskisine siki sikiya bagli oldugunu, ve ozellikle Tanri-mukkemmeligi ile bu soz konusu mahkumiyet arasinda birebir (particularité intrinsèque) bir iliski oldugunu kavramamizi engellemektedir.



    Insani mahkumiyet ile Tanrisal mahkumiyet arasindaki ana farkin ne oldugunu dusunmeden, Tanrinin mahkum olamiyacigini hemen kestirip atmak ve kesin karari bastan postula olarak vermek ne olcude dogru olur ?. Taban tabana zit olan bu iki mahkumiyet sekli nedir ? Aralarindaki en buyuk fark nedir ? Bunu kanimca soyle tanimlayabiliriz.

    Insani mahkumiyet; Insanin varolus sartlari ile ilgili olan ve DISARDAN gelen bir mahkumiyettir; Bircok ornek verilebilinir; bir mahkeme sizi belli bir cezaya mahkum edebilir ve bunun sizin iradenizle bir ilgisi yoktur, veya acliktan olmeye mahkum olabilirsiniz cunku cevre sartlari beslenmenize izin vermez, veya hasta oldugunuz zaman ilacla iyilsmeye mahkum olabilirsiniz . Kisacasi insani mahkumiyet insanin mudahele edemedigi DIS KOSULLARDAN gelen bir mahkumiettir.Bu dis kosullarin insanlari mahkum edebilmesinin nedeni, insanin, mukkemmel bir Tanri diskisi olmasina ragmen , mutlak anlamda mukkemmel olmamasindan kaynaklanir.



    Insan icin hal boyle iken, Tanri icin durumun ayni olmasi beklenemez; basit gunluk ihtiyaclari yoktur Tanrinin ve bunu her birimiz kabul ederiz; Tanri niye acikmaz ? bu soruya belki hic okuma yazmasi bile olmayan bir kisi kendine gore cevap verebilir.Bu cok cocukca gelen bir soru olabilir bircogumuz icin. Ancak soru Tanri niye sevmez veya nefret etmez diye sorulunca, basta dinciler olmak uzere herkez isyan bayragini kaldirir ! Ne ilginctirki Tanrinin kesinlikle acikmiyacagini siddetle savunan bu kisiler birden bire Tanrinin duygusal olduguna karar verirler ! " Tanri acikir mi , oyle sey olur mu, O'nun oyle seylere IHTIYACI yoktur. O her seye kadirdir, gucludur, yemez, icmez, yorulmaz ".

    Peki butun bunlara ihtiyaci olmayan Tanri'nin sevmek veya nefret etmeye ihtiyaci niye vardir ? Mademki O bu kadar mukkemmel neden bu duygusalliga ihtiyaci vardir ? Bu dinci beylerin akkilarina bile gelmeyen, hatta hic dusunmedikleri sey sevme ve nefret etmenin bir zaafiyet olmasidir (yanlis anlasilmasin; bizi Tanridan ayiran "sevme" veya "nefret" etme duygularina olumsuz hicbir yollamam yok; bu konu daha ilerki bir bolumde, insanin SEYLER icinde BASKA BIRSEY olmasinin itici gucu oldugunu gostermek amaci ile simdilik saklidir) . Yani bir baska deyisle sevgi ve nefreti, bir tencere-tabak gibi elle tutup tartamadiklari icin, her elle tutulmayan seyin Tanriya ait olabiliecegini sanirlar.



    Tanrinin mukkemmelligi ile O'nun her konuda kendi kendisine yeterliligini birbirinden ayirmak O'nun gucunu ve mukkemmelligini red etmek anlamina gelir. Abrahamik dinlerin Tanriya atfettikleri bu celiskili dusunce, iste boylesine hatali bir gorustur; Tanri bir yandan mukkemmelldir derken, diger yandan O'nun zaaflarinin oldugunu itiraf ettiklerinin farkinda olamiyacak kadar karanliktadir Abrahamik dinler. Tabbi ki " yazicilarin" ve " sozculerin" bilgi dagarcigi bugune gore cok daha az oldugundan, sevmek ve nefret etmenin birer zaaf oldugunu dusunememisler- veya islerine oyle gelmiste olabilir- ve bu insani duygularida Tanriya atfetmislerdir.Bu benzetme cabasi " Kutsal Yazilari" oylesine cigrindan cikarmistirki, Bible'in bircok yerinde Yahve'nin kuplere binen bir deli, gozu kararmis bir asik, sancilar icinde kivranan bir hasta durumlarina girdigini okuyabiliriz !



    Bir baska deyisle, adim adim, Tanriyi paylancoya benzetmek hatasina, bilerek veya bilmeyerek dusulmus, ama her durumda O'nun varolus sartlari, insanlarin kucuk dunyasina uydurulmus, boylece bir Insan -Tanri ortaya cikartilmistir. Isa beyimizin kendisi, kendi ozunden gecmis bir kisi olsa bile, digerleri onun ozunu alip, Bible'in asirlardir adim adim ustunde calisitigi Insan Tanri fikirine, sablon dahi kullanmadan tami tamina oturtmuslardir; Boylece, Biblie'in bastaki eskizleri, Isa arkadasimizin huzurunda en mukkemmel Insan-Tanri fikrine nihai olarak ulasmis ve bir daha degistirilemiyecek bir sekilde hristiyan teolojisi bilimine teslim edilmistir.

    devam edecek...



    (Kuran'a hicbir atifta bulunulmamsinin nedeni, bu kitabin ozellikle Bible'in Levitler kisminin bir tekrari olmasindan ve teolojik hicbir orijinalite sunmamasindandir. Kuran icin yapilan her elestiri zaten Levitler ve Bible icin yapilmis oldugundan ve Kuran'in 2000 sene onceki dusunce hatalarinin, Arabistan'daki cehalet yuzunden tekrarlanmasindan kaynaklandigindan , ayrica Kuran'i tenkite gerek duymadim. Kronolojik olarak Kuran'in 2000 sene sonra Bible'in icerigini tekrar etmesi, aslinda bu kitabin yazarlarinin 2000 senedir yol alamadiklarini gostermesi acisindan umut kirici bir durumdur. Bible trajiktir, evet; ancak Kuran 2000 sene sonra Bible'deki ayni seyleri ve kurallari tekrarlamasi, trajiktende ote, hem patetik hemde icler acisidir.)
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • ESKIZANTIZM NEDIR ? (Bu terim benim ukalaligimin bir urunudur; bence sozlukte aramak sonuc vermez; kelime fransizcadan gelir ve "esquisse" kokenlidir, yani tamamlanmamis bir sekil ve dusunce demektir).



    Ana fikir :

    Tanrinin Mukkemelligi ve hicbir sey yaratmamasi, O'nun yanlizligi ve diskilari olan Kainat'dir

    Hicbir "peygamberin" Tanridan (Allahtan) esinlenme bir sozu yoktur, ancak her dusunen insan gibi bu beylerinde eskizantist ara-donem dusunceleri veya algilamalari olmustur. Bu "peygamber" beylerin dusunceleri ile Tanri'yi anlamak veya algilamak bir yana, tam tersine Tanriya (farkinda olmadan ve istemiyerek, yapilan) mudahele ve" hakaret" soz konusudur.

    Tanri Mukkemmelldir ve bundan dolayi ne yaratmistir nede peygamber yollama ihtiyaci duymustur ve nede sevmistir veya nefret etmistir. Tum bu ozellikler Tanriya ait olamaz cunku aksi halde O'nu Mukkemmel olmaktan cikartir.Sevgi ve nefret bir zaafiyettir ve O'nu Mukkemmel degil Insani yapar.Buda bizim isimize geldiginden Tanriyi insana benzetmisizdir. Insanoglu Tanriyi Tanri icin degil Tanriyi kendi cikarlari dogrultusunda tanimlamis ve aramistir. Abrahamik dinlerin kaynagi bu insani duygudur.

    Kuran, Incil ve Tevrat insani haykirislaridir ve insani kutsalliklar tasir; Bu uc (Suleyman'in sozleri ve muslumanlarin Zebur dedigi yazilar ayri bir kitap degildir ve Tora'nin (Tevrat'in) bir parcasidir) Abrahamik din kitaplarinda Tanrisal hicbir kutsallik yoktur.

    Tanri kendi kendine yeten bir Seylerin Seyin...dir. Iclerin iclerin...dir.

    Tanri Tanri olmaktan baska bir sey olamaz; Tanri kendini inkar edemez; Tanri ne kendini baslatabilir nede kendisine son verebilir: Tanri olmaya sonsuzluktan beri mahkumdur ve sonsuzluga kadarda mahkumdur.

    Tanri veya Allah hicbirsey yaratmamistir. Kendi yanlizligi ve mukkemmelligi icinde Tanri bir bunalimdir; Kendi Kendisine mahkum oldugundan vede bu durumun ne basi nede sonu olmadigindan Tanrinin ana dort ozelligi Mukkemmellik-Dogumsuzluk-Olumsuzluk- Yanlizlik ayin zamanda kendi Tanrisal Bunalim'ininda ciktigi yerdir.TANRISAL BUNALIM tektir ve O'na Tanri dahi denebilir; cunku Kendisi ile es zamanlidir yani Tanridan sonra veya sonradan olusan bir sey degildir. Bu bunalim insani bir bunalim degildir; yani bir eksiklikten veya doyumsuzluktan veya bir acidan v.s gelmez, tam tersine hicbir seyinin eksik olmamasi ve tam olmanin verdigi ihtiyacsizliktir bu TANRISAL BUNALIM.

    Tanrinin butun ozelligi ve mukkemmelligi ve gucu bu tekil bunalimda gizlidir.

    Tanriyi bu bunalim olmadan dusunmek veya tassavur etmek her zaman bizleri bir mantik hatasina yoneltir ve onun dort ana ozelligini bozar; yani O'nu Tanri olmaktan cikartip baska bir sey haline sokar.

    Butun kainat bu bunalimin surekli disa vurmasidir;Bu Bunalim ve disa vurma bir sureklilik halindedir ve ne basi nede sonu vardir. Kainat, dunyamiz ve Insanlik bu bunalimin DISKILARIDIR ve surekli olarak bu disa vurma, "puskurme"," nefes alma" "ic cekme", "of cekme","haykirma", "bikma", "hep var olma", " var olmaya mahkum olma", "kendi geldigi yerinde kendisi olmasi", "kendini baslatmadan var olma ve kendini kendinden kurtaramama", " ne gecmisinin nede geleceginin olmamasi" ve her seyin ustunde " YANLIZ OLMA".......ve kendini tekrar etmedir.

    Kainat icindeki her sey canli veya "cansiz" TERKEDILMISTIR ve SAHIPSIZDIR cunku yaratilmamislardir ve var olus sartlari istek veya sevgiye bagli degildir. Kainatin var olusu Tanrinin varolusunun trajik bir sonucudur; Kainat bir gereksizligin sonucudur ancak bu Kainatin bizim icin muazzam olmasini , hayran kalinacak ve cok guzel ve sasirtici bir sey olmasini degistirmez; cunku biz insaniz ve insan gozu ile gormekte, sevmekte veya nefret etmekteyiz.Ama bizlerin bakis acisi Kainatin varlik sebebinin bir gereksizlikten geldigi gerceginide degistirmez.KAINATA , HAYATA VE HERSEYE BIZ ANLAM VERIYORUZ, YANI ZAAFLARIMIZLA TANRININ MUKKEMELLIGNI BOZMAKTA VE O NUN BU YETERLILIGINI YETERSIZLIK KABUL EDEREK VE ASARAK, MUKKEMMEL OLMAYAN VE ICINDE DUYGULARIN , HIRSLARIN VE TUTKULARIN OLDUGU, AMA COK CEKICI OLAN BASKA BIR DUNYA-KAINAT YARATMAK CABASINDAYIZ.BU YOLDA TEK TEHLIKE, VAROLUS SARTLARIMIZI KONTROL EDEMEZSEK BU SARTLARIN BIZLERIDE BIRGUN YOK EDEBILECEGIDIR.

    Isa, bu terkedilmislige en iyi ornektir.Ancak baskalarida vardir.

    Bu terkedilmislik insanain ozgur dogmasinin da kaynagidir ( Fransiz devriminin ilk maddesini hatirlayalim; insanlar ozgur dogar) ve kendini gerceklestirme yolunu acmaktadir.

    INSAN kendi ile tanimlanabilecek ve istenilen sekle kendisini sokabilecek cok muazzam bir cesit evrene atilmisliktir ve "ne halin varsa gor "dur.



    Insanin farketmeden gerceklestirmek istedigi sey aslinda soylede ozetlenebilinir; "Mademki ben buraya kondum ve "ne halin varsa o ol" dendi insanogluna, o zaman bende kendime oyle bir hal yaratacagimki Tanri bile bir an sonra donup bana bakacak" ;

    "Tanrinin dikkatini cekecegim"dir insan.

    Eger kendisini yuceltebilirse Tanrinin bile bir an "basini cevirip bakabilecegi" BASKA BIR SEY olabilme iddasidir insan, ancak bunu basaramazsa bir hic kalacak (Tanri diskisi=hic) ve hic olarak yok olacaktir.

    Insanligin varacagi yer ve sonuc acik ve belirsizdir ve halen son soz soylenmemistir ama kalan zaman sanildigindan cok daha azdir. Ve sunuda hic unutmamak gerekir ; Insanoglunun yok olusundan Tanrinin "haberi olmayacaktir". Cunku diskilari ile ilgilenmesi icin diskilarinin kendisine ulasmasi ve diski olma sartlarindan kurtulmasi gerekmektedir. Tanrinin "ilgi gostermesi" icin O'na cok enteresan ve evrendeki mukemmeligi ters yonde zorlayacak BASKA BIR SEY gereklidir; bu hali ile insan basit bir bocek gibi yemek, icmek, ciftlesmek ve curumek durumundadir. Boceklerle insanlar arasindaki varolus sartlari ve bu sartlar arasindaki mesafe sanildigindan cok daha azdir.Oyleki bu konudada halen biz kendimizi avutmaktayiz. Bu sekli ile insan mukkemel bir diskidir yani basit bir Tanri diskisidir, seyler icinde bir sey olsa bile, henuz BASKA BIR SEY degildir ; hicbir orijinilatesi yoktur simdilik (veya en iyimser sekli ile yeni sut icmeye baslamistir); Ancak kendini gerceklestirdigi surece mukkemel bir diski olmaktan cikacak ve Seyler icinde Sey degil , Seyler icinde BASKA BIR SEY olarak kendini one koyacaktir.

    Ne olmamiz gerektigine sadece biz karar verebiliriz ve bunu gerceklestirmek icin Tanridan gelen hicbir zihinsel ve manevi bir engel yoktu.Tek engel bizlerin bize vurdugu zihin ve duygu zincirleridir ve tabiiki bunlari tamamen yok saymakta kendimizi bir yerde inkar etmek olacagindan orta yolu bulmak ve hizla "ilerlemek" zorundayiz.



    Not: Bu dusncelerin ciktigi kaynaklar cesitlidir; Voltaire, Spinoza, Nietzsche ve Sartre gibi..

    Devam edebilir. isteyen arkadaslara iyi okumalar.

    H.K



    P.S - Butun bunlar zaman kavramini beraberinde getirir; ancak zaman kavraminin anlasilmasi icin bir BASLANGIC ve SON gerekmektedir. Tanrisal anlamada ne baslangic nede son olmadigindan zamanda yoktur, yani Kainat hic baslamamistir ve nede bir zaman diliminde kavranilabilinir. Yani bir Tanrisal anlamda Kainat hem vardir hemde yoktur ve bizde hem var hemde yokuz; Sonsuzluk Tanri acisindan bir saniyenin trilyonlarca kere kucugu bir zaman birimi dahi degildir. Tanri acisindan SIFIR VE SONSUZLUK CAKISMISTIR.Ancak bu dusunce bizleri yok eder ve burda durmak ve daha ileri gitmemek her "akli basinda" kisinin yapmasi gereken birseydir; en azindan ne bilgi acisindan, ne manevi, nede maddi acidan bu kadar tehlikeli bir tartismayi kaldiracak durumda degiliz ve belkide cok zararlidir. Bu fikiri bizim islememiz veya ileriye goturmemiz mumkun degildir, cunku belli bir yerden sonra Varolus-Yokolus dusunce boyutlari bizi asmaktadir maalesef.Bazi boyutlarin ayrintilari sadece Tanriya aittir ve oylede kalacaktir.Bu ulasilamaz boyutlara akilla degil baska yontemlerle erisilebiliriz. ( Mesela Hayyam'in, Sayat-Nova'nin veya Komitas ile Mevlana'nin muziklerini dinleyerek aklin asamayacagi boyutlari asabiliriz; cunku unutmamak lazimki beynimizin ile dis dunya arasindaki en derin iliskiyi kurabilmek sadece sozlerle ve bilim ile mumkun degildir,zaten iyikide oyle degildir).
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • iki kez oldu soruyorum konuyu çarptrıyorsun bana 1400 yıl önceden kuranın firavunun cesedini çürümeyeceğini haber etmesini ve ibretlik olarak kalacağını söylemesinin açıklamasını yapsana
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et

  • Kopyalama yüce dinimiz İslam'a aykırıdır ve etik dışı yanlış bir uygulamadır. Fakat genetik biliminin ve embryolojinin olmadığı bir çağda yani 1400 yıl önce indirilen Kuranı Kerim'de sanki bilim adamlarının kopyalama yapacakları haber verilirmişcesine işaretler bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in bu ayetinde Şeytan'ın kötü faaliyetleri vurgulanmaktadır.
    Kopyalanmış bir hayvandan çok sayıda kopya hayvan üretme (ikinci nesil kopyalama) deneylerinde Kulak Dokusundan hücreler alınarak kopyalama gerçekleştirilmiştir. Yani yakın tarihte yapılan ilk deneylerde hayvanların kulağı kesilip hücre alınarak kopyası üretilmiştir. Kuran-ı Kerimin bir ayeti şöyledir:

    "...(Şeytan dedi ki) Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını kesecekler ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." (Nisa Suresi 119.ayet) 
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et


  • EVRENİN VAROLUŞU

    20. yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. "Statik (durağan) evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.
    Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır.

    21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir.

    Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:

    O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)

    Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.

    Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir.




    EVRENİN GENİŞLEMESİ


    Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:

    Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)

    Yukarıdaki ayette geçen "sema (gök)" kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye "Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız)" olarak çevrilen Arapça "inna le musiune" ifadesindeki "musi'une" kelimesi, "genişletmek" anlamına gelen "evsea" fiilinden türemiştir. "Le" ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek "çok fazla" anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade "Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz" anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır.1


    20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koydu.

    Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.


    Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli "genişleyen" bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.

    Evren ilk patlamadan bu yana her an büyük bir süratle genişlemektedir. Bilim adamları genişleyen evreni şişen bir balonun yüzeyine benzetmektedirler.

    Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören "durağan evren modeli" ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, "hayatının en büyük hatası" olarak adlandıracaktı.

    Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır. Çünkü Kuran, tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın sözüdür.


    EVRENİN SONU VE BIG CRUNCH



    Evrenin yaratılışı, önceki konuda da belirttiğimiz gibi Big Bang denilen büyük bir patlama ile başlamıştır ve o zamandan beri evren genişlemektedir. Bilim adamları evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri nedeni ile bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye, büzülmeye başlamasına sebep olacağını bildirmektedirler.3
    Büzülen evrenin de, sonunda "Big Crunch" (Büyük Çöküş) denilen çok yüksek bir ısı ve sıkışma ile sonuçlanacağını ifade etmektedirler. Bu ise, bildiğimiz tüm yaşam şekillerinin yok olması anlamına gelmektedir. Stanford Üniversitesi'nde fizik profesörü olan Renata Kallosh ve Andrei Linde'nin bu konu ile ilgili yaptığı açıklamalar ise şöyledir:

    Evrenin akıbeti küçülmeye ve yok olmaya doğru gidiyor. Gördüğümüz ve daha uzaklardaki göremediğimiz herşey bir protondan bile küçük bir nokta şeklinde küçülecek. Sanki kara delik içindeymişsiniz gibi.... Kara enerjinin en iyi tarifinin şu açıklama olduğunu bulduk: Aşama aşama negatif hale gelen bu kara enerji, evrenin dengesinin değişmesine sebep olacak ve büzülüp çökecek... Fizikçiler kara enerjinin, negatif enerjiye dönüşeceğini ve evrenin yakın bir gelecekte büzüleceğini biliyorlar... Fakat bugün görüyoruz ki, biz bu olayın başlangıcında değiliz, ama evrenimizin hayat sirkülasyonunun ortasında olabiliriz.4

    Big Crunch olarak ifade edilen bu bilimsel varsayıma, Kuran'da şöyle işaret edilmektedir:

    Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız. (Enbiya Suresi, 104)
    Bir başka ayette ise göklerin bu durumu şöyle tarif edilmektedir:

    Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Zümer Suresi, 67)
    Big Crunch teorisine göre başlangıçta olduğu gibi önce yavaşça, fakat gittikçe hız kazanarak evren çökmeye başlayacaktır. Tüm bunların devamında ise, evren sonsuz yoğunluk ve sonsuz ısıda, sonsuz küçüklükte bir nokta haline gelecektir. Tarif edilen bu bilimsel teori, Kuran ayetleri ile paralellik içindedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et

  • GÖKLERLE YER ARASINDAKİLERİN YARATILIŞI


    Kuran'da, göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların yaratılışı ile ilgili pek çok ayet bulunmaktadır:

    Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (Hicr Suresi, 85)

    Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur. (Taha Suresi, 6)

    Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. (Enbiya Suresi, 16)

    Bilim adamları başlangıçta sıcak bir gaz kütlesinin yoğunlaştığını, daha sonra bu kütlenin parçalara ayrılarak galaktik maddeleri, daha sonra yıldızları ve gezegenleri oluşturduklarını ifade etmektedirler. Diğer bir deyişle Dünya ve aynı zamanda bütün yıldızlar, birleşik bir gaz kütlesinden ayrılan parçalardır. Bu parçalardan bir kısmı güneşleri, gezegenleri meydana getirmiş, böylece pek çok Güneş Sistemleri ve galaksiler ortaya çıkmıştır. Daha önceki bölümlerde de açıkladığımız gibi evren "ratk" (Füzyon: Birbirine yapışık, birleşik) halindeyken, "fatk" (parçalara ayrılmıştır) olmuştur. Kuran'da evrenin oluşumu, bilimsel açıklamaları tasdikleyen, en uygun kelimelerle anlatılmaktadır.6

    Her bölünme, ayrılma olduğunda ise, uzayda yeni oluşan temel cisimlerin dışında birkaç parça dışarıda kalmıştır. Bu fazla parçaların bilimsel adı, "yıldızlar arası galaktik madde"dir. Yıldızlararası madde %60 Hidrojen, %38 Helyum ve %2 de diğer elementlerden oluşmaktadır. Yıldızlararası maddenin %99'u gaz, %1'i de ağır elementlerin 0,0001-0,001 çaplı toz zerrelerinden oluşmaktadır.7

    Bilim adamları bu maddeleri, astrofizikteki ölçümler açısından çok önemli görmektedirler. Bu maddeler toz, duman ya da gaz olarak değerlendirilebilecek kadar incedirler. Ancak bu maddelerin tamamı düşünüldüğünde, uzaydaki galaksilerin toplamından daha fazla bir kütle söz konusu olmaktadır. Yıldızlar arası bu galaktik maddelerin varlığı ilk kez 1920'de keşfedilmesine rağmen, yukarıdaki ayetlerde "ikisinin arasındakiler, ikisinin arasındaki şeyler" olarak çevrilen "ma beynehuma" ifadesi ile, Kuran'da bu parçaların varlığına yüzyıllar öncesinden dikkat çekilmiştir.

    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • 6 - Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.

    7 - Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır(bakara suresi) bu ayet inkarcılar içindir sana gönderdiklerimi oku ve düşün
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Hz. Ömer'in Halife Seçilmesi

    Hz. Ebu Bekir (ra) hastalandığında kendisinin isteği üzerine yapılan istişareler sonucu halife olarak belirlenen Hz. Ömer (ra), Allah'a ve Peygamber Efendimiz (sav)'e olan bağlılığı ile sahabeler arasında da sevilen bir kişiydi. Hz. Ebu Bekir (ra) ile Hz. Osman (ra), Hz. Ebu Bekir'in (ra) ardından kimin halife olacağı konusunda istişare ederlerken Hz. Osman'ın (ra) Hz. Ömer'i (ra) överek "Onun içi dışından daha hayırlıdır. Onun benzeri aramızda yoktur" (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Cilt: 2 s: 63.) demesi ve Hz. Ömer'i (ra) hilafet makamı için ehil görmesi, onun imanı, güzel ahlakı ve lider kişiliği ile sevildiğinin ve takdir edildiğinin güzel bir örneğidir.

    Yapılan istişareler sonucunda Hz. Ömer'in (ra) halifeliğinin genel anlamda kabul edileceği konusunda karara varan Hz. Ebu Bekir, yanında bulunanlara, "Size bir kişiyi halife olarak teklif ediyorum ki, o benim akrabam değildir. Ömer b. Hattab'ı halife kabul ediyor musunuz? Bence hilâfete en yakın olan odur." diyerek diğer sahabelerin de onayını almış ve Hz. Ömer'i halife ilan etmiştir.

    Güçlü Şahsiyeti

    634-644 yılları arasında 10 yıl boyunca halifelik görevinde bulunan Hz. Ömer, Müslüman olduğu andan itibaren Peygamber Efendimiz (sav)'in yanında yer aldı ve güçlü kişiliği ve kararlılığıyla İslam ahlakının önde gelen savunucularından oldu. Abdullah İbn Mesud bu durumu, "Ömer'in Müslüman oluşu bir fetihti." (Üsdül-Gabe, IV, s. 151) şeklinde ifade etmiştir.

    Hz. Ömer (ra) de Hz. Ebu Bekir (ra) gibi, Peygamberimiz (sav)'in tüm fetihlerine eksiksiz katıldı. Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra), Peygamber Efendimiz (sav)'in istişare ettiği iki önemli istişare ehliydi. Hz. Ömer (ra), Peygamberimiz (sav)'in vefatının ardından güçlü şahsiyetini Hz. Ebu Bekir'in (ra) halife olarak kabul edilmesi esnasında da gösterdi. Bu konudaki tartışmaların ve fikir ayrılıklarının önünü almak için Hz. Ebu Bekir'e (ra) ilk biat eden kişi oldu. Ayrıca Hz. Ömer (ra), Hz. Ebu Bekir'in (ra) halifeliği boyunca her konuda kendisinin en güvendiği kişilerden biri olarak yanında yer aldı.

    Hz. Ömer (ra), sahip olduğu tüm imkanları İslamiyet'in yayılması için harcadı ve adaletli yönetimiyle kendisinden sonra gelen yöneticilere güzel bir örnek oldu. İkinci İslam halifesi olan Hz. Ömer (ra), Kuran ahlakı ve adaletin uygulanması konusundaki çabalarıyla tanındı.

    Adalet Konusundaki Hassasiyeti

    Hz. Ömer (ra), adaleti uygularken Kuran ahlakının gereği olarak, herkese eşit davranmış; soyluluk, zenginlik, akrabalık, makam gibi unsurların adaleti engellemesine kesinlikle izin vermemiştir. İdaresi altındaki topraklarda adaletin katıksız bir biçimde uygulanması için her türlü önlemi almıştır. Her zaman Müslümanlara karşı büyük bir sorumluluk duygusuyla hareket etmiştir. Tarihi kaynaklara göre bu konuda, "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, bundan kendimi sorumlu bilirim" sözü meşhurdur.

    Adalet konusundaki bu hassasiyeti nedeniyle, herkese adaletli ve eşitlikle davranılmasını yazılı olarak yöneticilere duyurmuştur. Tarihi kaynaklara göre, Hz. Ömer'in (ra) dönemin kadılarına gönderdiği bildirilen mektup, kendinden sonra gelen tüm yöneticiler için de bir rehber olmuştur:

    "Davalara bakarken telâşa, çığırtkanlığa ve tarafların haysiyetini kırıcı davranışlara asla müsaade etme. Çünkü adaletin yerini bulması için sükûnet ve ciddiyet şarttır. Hakkın tecelli etmesi ise İlâhi adaletin itibar kazanmasına sebep olur. Bir Müslümanın niyeti iyi ise Allah, onun insanlarla olan münasebetlerini ıslah eder, ama içi başka dışı başka olursa, Allah ona musibet verir. Bu durumda hâkimin görevi Allah'ın rızk ve rahmet hazinelerinin kulları arasında adaletle dağıtılmasını sağlamaktır.” (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Cilt: 2 s: 109)

    Hz. Ömer'in (ra) özellikle hassasiyet gösterdiği konulardan biri de “...Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır..." (Hucurat Suresi, 13) ayetinin gereği olarak halk arasından biri ile yetki sahibi bir valinin eşit olduğunun anlaşılmasını sağlamaktı. Hz. Ömer'in (ra) nezdinde bir vali, toplumun herhangi bir ferdi gibiydi. Bu nedenle de adaleti uygularken herhangi bir kişi ile bir valiyi ayırt etmezdi.

    Hz. Ömer’in (ra) Filistin’e Getirdiği Barış ve Adalet

    Hz. Ömer (ra) zamanında fethedilen ülkelerin hiçbirinde, tek bir ibadet yerine bile, herhangi bir saldırıda bulunulmamıştır. Ebu Yusuf bu gerçeği şöyle aktarmıştır:

    "Bütün ibadet yerleri olduğu gibi bırakıldı. Ne onlar yerle bir edildi, ne de mağluplar eşya ve mallarından yoksun bırakıldı." (Ebu Yusuf, Kitab-ül Haraç; İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 74)

    Filistin tarihindeki en büyük dönüm noktası, 637 yılında bölgenin Hz. Ömer (ra) yönetimindeki İslam orduları tarafından fethedilmesidir. Hz. Ömer'in (ra) Kudüs'e girişi, ardından buradaki farklı inançlara karşı gösterdiği olağanüstü hoşgörü, olgunluk ve nezaket, başlayan güzel dönemin habercisiydi. İngiliz tarihçi ve Ortadoğu uzmanı Karen Armstrong, Holy War (Kutsal Savaş) adlı kitabında, Hz. Ömer'in (ra) Kudüs fethini şöyle anlatır:

    "Halife Ömer Kudüs'e beyaz bir devenin üzerinde girdi, yanında ise kentin Yunan yöneticisi Başrahip Sophronius vardı. Halife kendisinin öncelikle Tapınak Tepesine (yıkık olan Hz. Süleyman mabedinin yerine) götürülmesini rica etti ve dostu Hz. Muhammed'in Gece Yolculuğu'nu (Mirac) yaptığı bu noktada eğildi ve dua etti. Başrahip bu sahneyi dehşet içinde izliyordu... "Son Günler"in artık yaklaştığını sanmıştı. Daha sonra Halife Ömer Hristiyan tapınaklarını görmek istedi ve tam Kutsal Mezar (Holy Sepulchre) Kilisesi'ne gittiğinde, namaz vakti geldi. Başrahip kendisini kibarca namazını bu kilisede kılmaya davet etti, ama Halife Ömer bu teklifi kibarca reddetti. Eğer bu kilisede namaz kılarsa, sonra bazı Müslümanların bu olayı anıtlaştırmak amacıyla buraya bir cami inşa etmek isteyebileceklerini, bunun ise Kutsal Mezar Kilisesi'nin yıkılması anlamına geleceğini izah etti. Bu nedenle Halife kiliseden çıkıp biraz daha ilerdeki bir noktada namazını kıldı; nitekim bugün tam bu noktada, Kutsal Mezar Kilisesi'nin tam karşısında Halife Ömer'in adına inşa edilmiş küçük bir cami bulunmaktadır.

    Halife Ömer'in diğer büyük camii ise, tam Tapınak Tepesi'nde yapıldı. Yıllardır Hristiyanlar, yıkık Yahudi Tapınağının yer aldığı bu alanı, şehrin çöp yığınağı olarak kullanıyorlardı. Halife, Müslümanların bu çöpleri temizlemelerine kendi elleriyle yardım etti ve burada Müslümanlar iki mabed inşa ederek İslam'ı, İslam'ın dünyadaki üçüncü kutsal şehrine yerleştirmiş oldular." (Karen Armstrong, Holy War, MacMillan, London, 1988, s. 30-31)

    Kısacası Hz. Ömer'in fethinden sonra Kudüs'e ve tüm Filistin'e "medeniyet" geldi. Birbirlerinin kutsal değerlerine saygı göstermeyen, birbirlerini sırf farklı inançlara sahip oldukları için katliam uygulayan vahşi ve barbar inançların yerine, İslam'ın adil, hoşgörülü ve itidalli kültürü hakim oldu. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler asırlar boyu barış ve huzur içinde yaşadılar. Müslümanlar hiç kimseyi Müslüman olmaya zorlamadılar, ancak İslam'ın Hak din olduğunu gören bazı gayrimüslimler kendi rızalarıyla İslam'ı seçtiler.

    Hz. Ömer Dönemindeki Ekonomik ve Sosyal Yapılanma

    Hz. Ömer (ra) dönemi birçok yeniliğe sahne oldu. Sasani ve Bizans İmparatorluklarına karşı askeri ve siyasi zaferler kazanılması, Suriye, Irak-İran, Filistin, Cezayir ve Mısır'ın İslam ülkelerine katılması hep Hz. Ömer devrinde olmuştur. Bu dönemde devletin geniş bir coğrafi bölgeye yayılması, yönetim, siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda örgütlenmeyi zorunlu hale getirdi. Hz. Ömer, işte bu gereksinimi karşılamak üzere sağlam bir İslam Devleti'nin temellerini attı.

    Devletin, gerek Müslümanlarla, gerekse gayrimüslimlerle ilgili olmak üzere ortaya çıkan muhtelif mesele ve ihtiyaçlarını gören Hz. Ömer (ra), bu konuların halledilmesi yolunda çeşitli düzenlemelere teşebbüs etmiş ve birçok yeni müessesenin kuruluşunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Allah’ın kendisine bu yönde lütfettiği kabiliyetlerin yanı sıra, gelişmeleri hassasiyetle takip eden sorumluluk duygusuna ve Kuran ahlakına sahip olması, Peygamberimiz (sav)'in ahlakını rehber edinmesi, başarısına vesile olmuştur.

    Devlet idaresinin düzenlenip kurumsallaşması, devletin idari, siyasi, askeri, içtimai ve mali kurumlarının tesisi de onun halifeliği zamanında oldu. Bu nedenle Hz. Ömer (ra), İslam Devletinin idari teşkilatının ilk kurucusu olarak kabul edilir. Adalete verdiği önem neticesinde İslam tarihinde adli teşkilatın kurulması ve valilerden ayrı olarak kadılar tayin edilmesi de ilk defa Hz. Ömer (ra) zamanında gerçekleşmiştir.

    Ayrıca halka karşı son derece şefkatli ve merhametli olduğu için onların menfaatlerine her zaman titizlikle riayet etmiş, büyük bir sorumluluk duygusuna sahip olmuştur. Bu konuda Hasan el-Basri şunu rivayet etmiştir:

    “Hz. Ömer derdi ki: "Ömrüm oldukça halkın durumunu yakından görmek için seyahat edeceğim. Biliyorum ki, onların bana ulaştıramadıkları çeşitli dertleri vardır. Bu dilek ve dertleri yöneticiler bana duyurmazlar. Halk ise yanıma gelemez. Ben bizzat Şam'a kadar gidip orada iki ay kalacağım...” Sonra büyük şehirleri sayarak, her birinde iki ay kalırdı. Fakat saydığı bu büyük şehirlerin hepsine ulaşamadan vefat etti." 4

    Hz. Ömer'in (ra) İstişare Ahlakı

    Bir konuda istişare ederek karara varmak, Yüce Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği önemli bir mümin özelliğidir. Başka müminlerin de fikrini almak; müminlerin o konuya başka açılardan bakmalarını, farklı çözümler üretmelerini ve dolayısıyla en doğru karara varmalarını sağlar. Yüce Rabbimiz müminlerin bu özelliğini Kuran’da şöyle bildirmektedir:

    "Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler. (Şura Suresi, 38)

    "…Cenab-ı Allah'ın yardımına güveniyorum. Onun yardımı olmadıktan sonra kendime nasıl güvenirim?" diyerek Allah'a olan derin imanı ve tevekkülüyle Kuran ahlakı konusunda Müslümanlara örnek olan Hz. Ömer (ra), bir mesele ortaya çıktığı zaman Allah'ın bildirdiği bu ahlakı göstererek, karar vermeden önce Müslümanların görüşüne müracaat eder, konuyu onlarla istişare ederdi. Böylece en doğru fikir oluşur ve ona göre davranırdı. Bu konudaki "İstişare etmeden uygulamaya konulan konular, başarısızlığa mahkûmdur." sözü, istişare konusunda ne denli titiz olduğunun bir göstergesidir. Onun bu davranışı, halkın kendi işlerini de aralarında görüşerek yapmalarına vesile olmuştur. Böylece önemli işlerde geniş çapta bir istişare geleneği oluşmuştu. Halkın her kesiminden insan, fikirlerini söyleme fırsatı buluyordu. Neticede karara bağlanan fikirlere herkes razı olur ve uyardı. Bu da toplumun içinde genel bir güven ve huzur ortamının yaşanmasını sağlamıştı.

    Kuran Ahlakının Verdiği Adalet ve Hoşgörü Duygusu

    Yüce Allah Kuran'da gerçek adaleti, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, insanların hakkını korumak, zulme asla rıza göstermemek, zalime karşı mazlumdan yana tavır almak, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmak olarak emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirir. Bunlardan birinin eksikliğinde, ya da birinin ağır basmasında gerçek adaleti uygulamak zorlaşır. Bu bakımdan Allah'ın bir lütfu olarak Hz. Ömer'in (ra) bu konuda gösterdiği akıl ve feraset, günümüzde de örnek alınması gereken özelliklerinden birisidir.

    Hz. Ömer (ra) on yıl süren halifeliği boyunca, sahip olduğu Kuran ahlakı ve bu ahlakın gerektirdiği adalet anlayışı ile idaresindeki tüm İslam toplumunun gönlünü kazanacak bir yönetim uygulamış ve -Allah'ın izni ile- İslam ahlakının yayılmasına büyük katkılarda bulunmuştur. Hz. Ömer'in (ra) verdiği bir himaye belgesi, bize bir müminin Kuran'da tarif edilen ahlakı gösterdiği takdirde nasıl bir hoşgörüye sahip olabileceğini göstermektedir;

    "Bu verilen eman, hasta-sağlıklı, iyi-kötü yöre halkının tüm fertleri için din, can, mal, kilise ve havralarının himayesi içindir. Kiliseler tahrip edilmeyeceği gibi mesken de edilmeyecek ve onlardan hiçbir şey eksiltilmeyecektir. Halktan hiç kimse, zerre kadar zarar görmeyecektir. Bu kitapta yazılı hususlar, Allah ve Resulu'nun ahdi, halifelerin ve müminlerin zimmetindedir." (Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 95; Hamidullah, El-Vesaik, s. 380-381, No: 358)

    Hz. Ömer'in (ra) adalet anlayışına dair tüm bu örnekler salih müminlerin adalet ve hoşgörü anlayışını gösteren çok hikmetli örneklerdir. Müminler tüm kişisel duygu ve düşüncelerini bir tarafa bırakmayı, kendisinden yardım talep eden iki tarafa da hakkaniyetli davranmayı, her şart ve durumda doğrulardan yana olmayı, dürüstlükten ve doğruluktan asla taviz vermemeyi Kuran ahlakı ölçüsünde kendilerine yol edinirler. Kendi çıkarlarından önce karşı tarafı düşünür, kendilerine bir zarar gelecek dahi olsa, eğer hak karşı taraftan yanaysa, adil olurlar. Müminlerin bu konuda göstermeleri gereken ahlak Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

    "Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide Suresi, 8)
    o kötülediğin hz ömer bunları yapmıştır
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • nedir müslümanların kafirlerden çektiği o kainatın efendisi ne yaptıda ona karşı cephe alıyorsunz rahmet peygamber olması mı iyiliği emretmesimi cehaleti kaldırması mı hangi ayet kötülüğü emrediyor yada hangi şeriat düzeni insanlığın boş yere hakkını sömürüyor islam neyinizi aldı da bu kadar düşman oldunuz o rahmet peygamberi o kadar acıyı bizim için çekerken sizin yaptığınıza bakın ama ALLAH nurunu tamamlayacak kafirler istesede istemese de
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Butun cahiller musluman degildir, ama cahillerin cogu muslumanlardan cikar; butun muslumanlar terrorist veya katil degildir ama bunlarin cogu muslumanlardan cikar; butun muslumanlar carsaf ve bezler icinde saklanmis toplum disi , yurumesini bilmeyen, konusmasinibilmyen, okumayi bilmeyen, goz ve zihin kirliligi yaratan, kaba saba insalanrr degildir ama bu dediklerimin cogu muslumanlardan cikar...ve bu liste uzar gider...duzgun muslumanlar dediklerim ise bati kulturu almis, okumais yazmasi olan, giyimi dogru duzgun olan, yurumesi ve konusmasi duzgun olan BATILASMIS muslumanlardir; yani sonucata islama kapanmis olan bir kimseden olumlu hicbir sey cikmaz ve gorulmemeistir boyle birsey.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • BU YAZI " ZULME DIRENIS" ISIMLI BIR KISI TARAFINDAN FACE'e KONMUSTUR.

    Kendi niyetine gore yabanci dilden yalan-yanlis bir ceviri yaparak ,bu konularda bilgisi sinirli olan kisileri kandirma amacli klasik, ANCAK COK USTACA, YANI GERCEK ILE YALANI AYIRMANIN COK ZOR OLDUGU BIR EL CABUKLUGU ILE YAPILMIS bir tahrifat ornegidir. ( Aklima Hallacoglu'nun Sevan Nisanyan'la yaptigi tartismayi getirdi. Hallacoglu, herkezin gozu onunde, Franasizcadan, ermeni soykirimi ile ilgili bir belgeyi tahrif ederek cevirmisti ; ustelik Sevanyan Fransizcayi cok iyi bildiginden tercumeyi duzeltince, Halacoglu koseye sikismis ve tek soyledigi sey " Sen fransizca bilmiyorsun" demek olmustu !. (Yuzsuzluge ceza kesilmedigine gore soyler tabii ki). Ana dilim turkce kadar fransizca olmasaydi , az kaldi bende Hallacogluna inanacaktim. Eger her konu Turkiye'de, halka bu sekilde tahrifatlarla ve yalanlarla anlatiliyorsa,halkin ne sucu olabilir ?
    ---------------------------------------------------------------------------------------------------
    "Kambriyen" 545 milyon yıl önce başlayan jeolojik bir dönemdir. "Paleozoik Zaman"ın ve içinde bulunduğumuz "Fanerozoik Devir"in de başlangıç tarihidir. Kambriyen dönemi 545 milyon yıl önce başlamış 495 milyon yıl önce bitmiştir. 50 milyon yıllık bu jeolojik dönemin özellikle ilk 20 milyonluk kısmında birbirinden çok farklı olan türlerin hepsi bir anda ve hiçbir ataları olmaksızın ortaya çıkmışlardır. "Bir anda" ortaya çıkış yüzünden bu olaya "Kambriyen Patlaması" denmiştir.

    Farklı hayvan filumlarına ait canlıların "bir anda" ve "ataları olmaksızın" ortaya çıkışları Evrim Teorisi'ni zora sokmakta ve çıkmaza sürüklemektedir.Darwin'de "Kambriyen Patlaması"nın evrimi zora sokacağını anlamıştır;

    Çok daha ciddi bir şekilde ortaya çıkan ilişkili bir problem daha vardır ki, bu da hayvanlar aleminin temel sınıflarına ait türlerin bilinen en aşağı tabakalardaki fosil kayalarında aniden ortaya çıkmasıdır...

    Kambriyen öncesinde canlılar aleminde "3 filum" varken, bu sayı Kambriyen Patlaması ile "50 filum"a yükselmiştir. Bugün ise var olan filum sayısı "35" tir. Burada ayrıca belirtilmesi gereken bir husus da vardı; hayvanlar aleminde bir evrim ağacı yoktur. Hayvanlar aleminde "ters ağaç" vardır bu da evrimle alakalı değildir. Kambriyen döneminde filum sayısı 50 iken bugün 35'tir. Bu düşüş evrimle bağdaşır mı?

    "Kambriyen Dönemi'nin" evrime vereceği zararları azaltmak isteyen bazı evrimciler çeşitli formuller geliştirmiştir. Mesela; "pre-Kambriyen döneminde ilkel olan canlıların bu dönemde komleks olduğunu ve 50 milyon yılın da evrimleşmek için yeterli olduğunu" söylemişlerdir. Oysa burada atladıkları nokta aşırı şekilde artan "hayvan filumları"dır. "Pre-Kambriyen"de 3 olan filum sayısı Kambriyen'de 50 olmuştur. Bu yeni "ana bedenlerin" çıktığını göstermektedir. Pre-Kambriyen'de ilkel olan canlılar Kambriyen'de kompleks oldu ise birden bire yeni ortaya çıkan ve geçmiş dönemlerde rastlanmayan 47 filum nedir? Yeni 47 filum, Pre-Kambriyen'deki 3 filumun eseri midir? Bunun akla yatkın ve bilimsel bir açıklaması var mıdır? Burada evrimcilere sorulacak diğer bir soru ise "neden özellikle Kambriyen döneminde bu denli büyük, hızlı ve önemli bir evrimleşme olmuştur"? Diğer jeolojik dönemlerde neden buna benzer bir olaya rastlanmamaktadır?

    Evrimcilerin Kambriyen dönemine getirdikleri açıklamaların izahı yoktur bilimle de açıklanamaz. Evrimcilerin bu açıklamaları akla bir çok soru getirmektedir;
    "Neden ve nasıl bu kadar kompleks canlılar meydana gelmiştir?""Bu kadar kompleksleştirici bir evrimsel süreç neden başka hiç bir dönemde gerçekleşmemiştir?"
    Bu dönem ortaya çıkan her canlı her filum evrime öldürücü darbeyi vurmuştur. Bu canlılardan en önemlisi de "trilobit"lerdir. Dr. David Raup "trilobit"leri şöyle yorumlamaktadır;
    Kambriyen patlaması ile ortaya çıkan canlıların en ilginçlerinden biri de trilobitlerdir. Trilobitler, 530 milyon yıl önce ortaya çıkan en eski canlı türlerinden biridir. Farklı coğrafyalarda ve çeşitli türlerde ortaya çıkmış olan bu canlı türü aynı zamanda kolay fosilleşen yapısıyla araştırmacılar için verimli bir kaynak teşil etmiştir. Gözleri ise dünyada ortaya çıkan ilk görme sistemidir. Son derece kompleks ve kusursuz bir tasarıma sahip olan bu gözler, evrim teorisinin "canlılık ilkelden gelişmişe doğru evrimleşmiştir" iddiasına öldürücü bir darbe vurmaktadır.
    Kambriyen, evrim için çıkmaz sokaktır. Her kurtulma çabaları onları daha da batırmaktadır. Kambriyen döneminE Ait fosiller gayet komplekstir ve bu fosillerin günümüzdekileri ile herhangi bir fark yoktur. AŞAĞıda kambriyen dönemine ait "Annelid Worm" ile bugün hâlâ yaşayan "Annelid Worm" fotoğrafları var. "Halkalı solucan" anlamına gelen "annelid worm"ün milyonlarca yıldır hiç değişmediği görülüyor.

    USTALIKLA YAPILMIS BU YALANA CEVAP

    Bu tamamen sizin ilave ettiginiz bir dusunce ve dogru degil; ne kadarda cok seviyorsunuz okudugunuz seyleri yanlis-yalan cevirmeyi. Hicbir kaynakta " Bir anda-Bir saniyede-Aninda" canlilar cikti denmiyor. Sizin " Cambriyen Patlamasi" dediginiz seyin, bir anda degil yuz binlerce senede ve hatta milyonlarca senede oldugunu biliyor musunuz ?



    O sizin " Bir An " dediginiz seyi tum arastirmacilar yuz binlerce-ve milyonlarca sene diye ifade ediyorlar. Bir yazi, okunurken veya cevirilirken dahi yanlis cevriliyor, kasitli, yonlendirmeli hatalar yapiliyorsa, boyle durumlarda bazi kisilerin gercek niyetini anlamak zor olmasa gerek.


    Iste sizden alinma" bir anda olmus" uydurma " Cambriyen Patlamasi" ; Unutmadan soyleyim, boyle patlamalari ben sirklerde gordum. Sihirbazin biri sapkasindan guvercinleri ve tavasanlari aninda cikariverdi !!! Tam bir anlik " Cambriyen patlamasi" gibi ! Sanirim tek ortak yanimiz ikimizinde sirklere gitmesi olamli !


    Sizden Incileri tekrar asagiya koydum, cok hosuma gitti, kus uctu , tavsan cikti hikayesi !

    "50 milyon yıllık bu jeolojik dönemin özellikle ilk 20 milyonluk kısmında birbirinden çok farklı olan türlerin hepsi bir anda ve hiçbir ataları olmaksızın ortaya çıkmışlardır. "Bir anda" ortaya çıkış yüzünden bu olaya "Kambriyen Patlaması" denmiştir." ??!



    Sahi merak ettim; " Bir anda" yi neden tirnak icine almissiniz ? Halbuki ustteki cumlede tirnak ici yok. Yoksa sizdemi farkettiniz bir andanin yuzbinlerce sene oldugunu ?



    H.K

    

    ( Dinasorlar meydanlarda kendinden emin kaba kuvettle dolasirken, dusunmeye ve beyinlerini kullanmaya hic ihtiyac duymadilar, ancak oyle bir gun geldi ki , toparak altinda saklanan kucukler yeryuzunu sardi, dinosorlar yok oldu, ve kucukler giderek buyudu )
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • sen gittin lafı dönderdin nereye getirdin ben yazdıklarımı okumışsınikincisi cevap veremiyorsun siz tuvalet alışkanlığınızı acaba kimden öğrendiniz yaşantı tarzınızı kimden örnek aldınız da boş boş konuşuyorsun benim yazdıkları ma cevap veremeyen zavallı müslüman günah işler ama kafir günah işleyemez çünkü o aşallık kafirdir kafirler ALLAH katında hayvanlardan daha alçaltıcıdır tuvalet alışkanlığını müslümanlardan öğrenen zavallı
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Iste tipik bir islamo-fasist zihniyeti; eklenecek bise yok.El-Kaide'ya katiliabilirsiniz.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • bencede artık sus müslümanlar islamla şereflenir ama siz
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Sozum muslumanlara degil; Hedef insanlar degil ideolojilerdir; Hedef Islamo-Fasizm ideolojisi.
    Biz demokratiz susmamiz hatadir; onemli olan sizin bu isglaci ve saldirgan ve topluma zararli ideolojiyi gozden gecirmeniz.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • sizin işgalcileri görüyoruz ırakı filistini çeçenistanı afganistanı hep islam topraklarını sömürdünüz bir hayvandan farkınız yok madem dilin o kadar uzunönce kendi yaşadığıın ülkene bak
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Seriatci Islamo-fasistler kendi halkina ozgurluk getirmemistir; Afganistan'da Taliabanlar, Somalide El-Kaideciler kendi halklarina sadece barbarlik ve zulum getirmis ve ustelik metro-otobus havaya ucurma , toplu sivil katliami yapmayi amac edinme yontemleri olmustur ve 11 Eylul toplu sivil katliami ile artik batinin tum siddetini ustune cekmeyi hak etmislerdir; bunlara ne dun ne yarin nefes aldirma olmaz ve her firsatta elde imkan oldukca bu insalik disi islamo-fasistler yok edilmelidirler; Kosovo ve Bosna halki musluman olmakla birlikte bagimsizligi hakketmis ve batinin mudahelesi ile Sirplar'in eliyle tamamen yok edilmekten kurtarilmistir; cunku El-Kaideci degildir bu halklar.
    Filistin'de Israile karsi korunacak ve burgun bagimsiz olacaktir, ama Hamas oldukca kimse hayal kurmasin. Sizin durumunuz ise daha cok Hamasa ve El-Kaideye benzedigi icin bence onlara katilmaniz daha iyi olur.
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • kafirler nasıl ki peygamberimiz cehaleti kaldırdı islam yayıldı ise bu tekrar olacak ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAK hz mehdi gelecek sizler bu katliamı yapın kimsenin hakkı kimsede kalmayacak bunun cezası ödenecek o kadar müslümanın kanı aktı bunların hesabı sorulmasaydı demek düzensizlik olurdu hayatta bunların hesabı dünyada görülmese de ALLah katında görülecek o hitler o kadar yahudi katletti kimse almanyaya düşman kesilmedi müslümanlara yöneldi amerika o kadar zulüm işlemesine rağmen herkes seyirci kalıyor sizin o kadar malınız acaba nerden geliyor hep müslümanları sömürdünüz ey hayvan gibi yaşayanlar yaşasın cehennem kafirler için sizin gözünüze perde bırakmış Allah gerçekleri göremezsini ayeti yazmıştım sana şu an ki firavunun cesedine bakıp ibret almayan kafirler tuvalet alışkanlığını müslümanlardan öğrenen kafirler hayvan gibi yaşayan kafirler
    yaklaşık 3 ay önce · Şikayet Et
  • Ben sizi El-Kaideye katildi diye biliyordum ;halen burda imissiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder